
idrisispir61@hotmail.com
ADALET REFORMU DEYİNCE
09 Subat 2021 00:54:55
İdris İSPİROĞLU
ADALET REFORMU DEYİNCE
1988 yılının sanırım haziran ayıydı. İlkokul 5. Sınıfı bitirmiş, Trabzon'da bulunan Vakıflar Müdürlüğü'ne bağlı öğrenci yurdunun sınavlarına girmiştim. Köyümden ilk defa çıkmıştım. Karadeniz’in en şirin ilçesi Sürmene’de doğup büyüdüğüm halde denizi ilk defa görecektim. İlk defa test sorusu çözecek, ilk defa kodlama yapacaktım. Sürmene'ye indiğimizde en çok dikkatimi çeken, gözümün önünden hiç gitmeyen arabaların hızı idi. Doğrusu korkmadım desem yalan olur.
Sınav ortaokul ve liseye başlayacak öğrencilere yönelikti. İlkokul ve ortaokul öğrencileri bir sırada oturuyordu. Böylece kopya çekmeye karşı önlem alınmış oluyordu. Gelecek umutları için Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Gümüşhane ve Bayburt gibi illerden maddi durumu iyi olmayan ve yaşadıkları yerlerde ortaokul ve lise seviyesinde okul bulunmadığı için okuma imkanına sahip olmayan çok sayıda öğrenci yatılılık sınavı için Trabzon’da bulunanVakıflar Öğrenci Yurdu’nun bahçesinde toplanmıştı. Ortalık ama baba günü gibiydi. Heyecandan gözüm hiçbir şey görmüyordu. Sınav saati gelmiş, ne yapacağımı bile bilmeden soruları çözmeye başlamıştım. Her soruyu çözmemle duyduğum mutluluğu ve özgüveni hiç unutamam. Fakat o güne kadar kodlama yapmadığım için önümde duran ve örümcek ağını andıran kağıdın ne işe yaradığını bir türlü çözemiyorum. Neyse ki, yanımdaki ortaokul öğrencisi durumumu anlayıp bana kodlama yapmamı söyledi. Yine anlamadım. Aldı kendi eliyle çözmüş olduğum iki üç soruyu kodladı. Kalanını ben devam ettirdim. Artık sonuçları bekleyecektik.
Yazılı sınavdan çıkıp, sonuçları beklemeye başladık. Bizi bekleyen bir de mülakat vardı. Mülakatın ne olduğunu bilmiyordum ama bunun da bir nevi sınav olduğunu söylüyorlardı. Derken yazılıyı kazananların isimleri okunmaya başlandı. O anda ne hissettiklerimi hatırladığımı sanmıyorum. Fakat benim ismim okununca Hafız abimin sevincini hiç unutamam. Hafız abi büyük bir mutlulukla: “Ula helal olsun sağa, ben kazanabileceğini hiç sanmıyordum.'' dedi. Yazılı sınavı geçmiştim. Şimdi de mülakata sıra gelmişti.
On yaşındaydım. Rahmetli babam ablamla ikimizi aynı anda okula yazdırdığı için sınıf arkadaşlarımdan çok küçüktüm. Sınıfımızda benden dört beş yaş büyük arkadaşlarım vardı. Ortaokul yıllarında sigara içemediğim için, arkadaşlarım ağzı süt kokuyor diye benimle dalga geçerlerdi. Neyse beklenen an gelmiş, mülakat için adım okunmuştu. Ne sorarlarsa sorsunlar bileceğimden emindim. Öğretmenlerimin sorduğu bütün soruları bilirdim. Bir kere duyduğumu asla unutmazdım. Aynı sınıfta okuduğumuz ablam sesli olarak ders çalışırken ben konunun tamamını ezberledim. Şimdi de öyle olacaktı. Masanın diğer tarafındaki iki öğretmenden biri önüne bakarak ilk soruyu sordu: “Söyle bakalım, laiklik nedir? En iyi bildiğim soruyu sormuştu. Bir solukta, halkın kendi kendini yönetmesidir. Yok yok! Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.” dedim. Tamam, çıkabilirsin, sıradaki gelsin, dedi. O an her şeyin bittiğini anlamıştım, lakin bu haksızlıktı. Ben cevabı biliyordum. Sadece heyecandan iki kavramı karıştırmış ve hemen durumu fark edip düzeltme yapmıştım. Fakat görevlilerin tutumları adeta sonucun habercisi gibiydi.
Efendim eskiden eğitim çok iyi idi, şimdi çok geriye gittik filan. Kime anlatıyorsunuz, yoksa çocuk mu kandırıyorsunuz. Bir kere eskiden okumak herkese nasip olmazdı. İki binli yılara kadar ikili eğitim olmayan okul yok gibiydi. Çocuklar seksen kişilik sınıflarda eğitim görebiliyordu. Bilhassa köylü çocuklarının okuma şansı neredeyse sıfırdı. Kendimden biliyorum. Ben ortaokula gidebilmek için her gün on altı kilometre yolu yürümek zorundaydım. Rahmetli babamın kardeşimi ortaokula kaydedebilmek için ne mücadele verdiğini anlatsan belki roman olur.
Sonuç belli. Mülakattan elenmiştim. Laikliğin ne olduğunu çok iyi biliyordum fakat dilim sürçmüştü bir kere. Şimdi düşünüyorum da okuyabilmek için yolsuz, öğretmensiz bir köyden gelip yazılı sınavı kazanan küçük bir çocuğu hangi vicdan sahibi mülakattan eleyebilirdi.
O günden sonra girdiğim sınavların sayısını bile bilmiyorum. Yazılı sınavlardan hiç başarısız olmadım. İl birinciliklerim, Türkiye derecelerim oldu. Fakat biri hariç hiçbir mülakattan geçemedim. İlginçtir bazen bu durumumla gurur duymuyor değilim. Adım gibi eminim ki üniversite sınavında mülakat olsaydı, o mülakattan da elenir ve bugün öğretmen de olamazdım. Aslında bu tür tecrübeler insanlarda ciddi travmalara yol açar. İnsanı yıkar, lakin bu asil millet imanı, tevekkülü ve sabrı sayesinde her türlü güçlüğün üstesinden geldiği gibi, bunun da üstesinden gelmektedir.
Şüphe yok ki adalet, en büyük beka meselemizdir. Adil ve kalıcı bir personel sistemi için, belediyeler dahil bütün devlet kurumlarında mülakat denilen haksız ve onur kırıcı uygulamaya artık son verilmeli; kamu personeli istihdamında ve görev içindeki yükselmelerde adil, eşit ve objektif kriterlergetirilmelidir. İnanıyorum ki, bu millete yapılabilecek en büyük iyilik devlete yönelik adalet duygusunun kazandırılmasıolacaktır. Yerinde bir kararla hayvan haklarına yönelik yasal düzenlemelerin de yer aldığı Adalet reformu tasarısında, bu tür konular akıllara gelir mi acaba?